Başlıktan da anlaşılacağı üzere
bugün Pilsner biralarına biraz değineceğim ve farklı ülkelerin biralarından
tadım yaptıklarımızı kısaca paylaşacağım.
Yazıya geçemeden önce neler
yaptık kısaca hatırlayalım; Bira sevdamız uzun yıllara dayansa da 1 ay önce bu
sevdayı bir hastalık mertebesine yükseltmeyi uygun görmüş ve bulduğumuz yerde
bu dünyanın en çok tüketilen 3’ncü (su ve çay’dan
sonra) içeceğine sarılır olmuştuk, Öyle ki sene sonuna 50 farklı bira tadımı hedefi 1 ay içinde sonlanmak
üzere. (yazı hazırlanırken sonlandı bile.)
Blogdaki bira yazılarımız ‘Bira içmek için burdayız’ ile başlamış ve ardından ‘Geldiler..’ ‘Bira Tadımına Giriş: Leffe, Hoegaarden, Barbar’ ve ‘Buğday Biraları-1; Schöfferhofer, Weihenstephan, Maisel's, Berliner Kindl’
ile sürmüştü. Bu yazılara üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Uzun yazılarla siteyi kaplamamak
adına sizden aşağıdaki ‘Devamı’
tuşuna tıklamanızı rica edeceğim.
Pilsner daha önceki yazılarımda
kısaca değindiğim üzere Bira tarihinde bir Devrim’dir. Bu saydam açık renkli,
beyaz köpüklü, karbonizasyonu yüksek bira türü daha önce toprak bardak ve
çömleklerde içilen, göze pek hoş gelmeyen ürünü pazarda reklamı yapılabilir,
görsel olarak da müşteriyi cezbeden bir duruma getirmiştir.
1400’lü yıllara kadar biraların tamamı
üstten fermante olan ALE tipi biralardı. 1400’lü yıllarda alttan fermante olan
Lager’ın keşfinden yaklaşık 400 sene sonra 1839 yılında bugünkü Çek
Cumhuriyeti’nin Plzen şehrinde şehrin yöneticileri tarafından bugünkü adı Plzeňský Prazdroj olan Bürger Brauerei (Halkın Biraevi) kurulur
ve ilk Pilsner bira burada keşfedilir. ‘Pilsner Bier’ tabiri de 1859 yılında
tescillenir. 1898’de de Pilsner Urquell bir marka olarak piyasaya sürülür.
Sanırım yetti, bu bilgileri
birçok kitapta hatta hiç uğraşmayıp direk olarak wikipedia’da bulabilirsiniz.
Şimdi biraz Pilsner bira tadımı yapalım;
Berliner Pilsner: Almanya’ya indik, ilk de bu birayı içtik. O anki
algımız bize şunları yazdırmış; Birayı loş bir ortamda içtiğimiz için rengini
tam göremiyorum ama şeffaf altın renkli bir bira. Köpüğü beyaz ve dolgun.
Resimde de görüldüğü üzere biraz daha kremaması. İçimi rahat ve damakta yoğun
bir tat bırakıyor. Hafif acılık son olarak dilin arkasını ve damağı vuruyor.
Kalıcılığı da fena değil. Hergün içilebilecek gündelik bir bira. PUAN: 4/10
Rotthaus Pils: Şişeden içtiğimiz için rengini not edemedik. 2012
altın madalya ödüllü içimi rahat olan bir Pilsner bira. Standardın üstünde.
PUAN: 6/10
Budweiser Budvar: Pilsner'in doğum yeri olan Çek Cumhuriyeti'nden.
Kokusu bizim pilsler gibi. Biraz daha yoğun.. Tat ise daha damakta kalıcı acılığı
dengeli. PUAN: 7,5/10
Pilsener Urquel: En eski Pilsner bira... karbonizasyonu yüksek,
kokusu ve tadı bizim Pilsenerlerden farklı, damakta acılık, baharatlı bir tat
var. Harika... Türkiye'dekilerle alakası yok, acılığı isli peynir bile
bastıramıyor. Bu bilgiye tezat olarak Zak Avery 500 beers kitabında bu birayi
fantastik derecede yumuşak olarak tanımlamış.. Acılığını da dengeli bulmuş..
Daha öğrenecek çok şey, yenilecek çok fırın ekmek var. PUAN: 9/10
Bu arada sitesi mükemmel bir
intro ile açılıyor, izlemenizi öneririm;
Daha fazla detay yorum yapmadan
bazı diğer Pilsnerler ve notlarını da şu şekilde verelim;
Çok konuştuk, benden ve
yazılardan daha fazla soğumamanız için yine neşeli bir şeylerle yazımızı bitirelim.
Ayrıca bundan sonraki ilk yazının Belçika Biraları ve Trappist’ler hakkında
olacağını da belirtmek isterim. Dünyanın en iyi biralarının Manastırlarda, suskunluk
yemini etmiş din adamlarınca nasıl yapıldıklarını yazmaya çalışacağız kısmetse.
CHEERS’ı bilirsiniz sanırım. 1982/93 yılları arasında yayınlanmış Amerika'da bir barda
geçen ve uzun yıllar süren bir sit-com. Burada Cliff karakterinin, şişko, birası
elinden düşmeyen, eve gitmemek için bahaneler üreten NORM’a anlattığı bir
teori;
Bufalo Teorisi;
Bir Bufalo sürüsü düşünün, bu sürü ancak en yavaş
ilerleyen Bufalo hızında hareket edebilir. Sürü saldırıya uğradığında da bu en
yavaş ve en hantal olanlar ilk olarak avlanırlar.
Bu doğal selleksiyonun güzel bir
sonucudur çünkü bu şekilde sürüdeki en zayıf, sağlıksız halkalar elenmiş
olur. Tüm sürü daha hızlı ve sağlıklı şekilde hareket etmeye başlar.
Aynı şekilde beyin de en yavaş
hücrelerin hızına bağlı olarak çalışır. Hepimiz alkol’ün beyin hücrelerini
öldürdüğünü biliyoruz. Fakat doğal olarak alkol en zayıf ve sağlıksız hücrelere
saldıracak ve ilk olarak onları öldürecektir. Bu da beynimizin daha iyi
çalışmasına yol açacaktır!
Sanırım bu hikaye 1-2 biradan sonra neden kendimizi daha akıllı sandığımızı
net olarak açıklıyor… :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder