17 Temmuz 2012 Salı

Bira Dünya’sının Baskın Çocuğu: Pilsner..


Başlıktan da anlaşılacağı üzere bugün Pilsner biralarına biraz değineceğim ve farklı ülkelerin biralarından tadım yaptıklarımızı kısaca paylaşacağım.

Yazıya geçemeden önce neler yaptık kısaca hatırlayalım; Bira sevdamız uzun yıllara dayansa da 1 ay önce bu sevdayı bir hastalık mertebesine yükseltmeyi uygun görmüş ve bulduğumuz yerde bu dünyanın en çok tüketilen 3’ncü (su ve çay’dan sonra) içeceğine sarılır olmuştuk,  Öyle ki sene sonuna 50 farklı bira tadımı hedefi 1 ay içinde sonlanmak üzere. (yazı hazırlanırken sonlandı bile.)

Blogdaki bira yazılarımız ‘Bira içmek için burdayız’ ile başlamış ve ardından Geldiler..’ ‘Bira Tadımına Giriş: Leffe, Hoegaarden, Barbar’ ve ‘Buğday Biraları-1; Schöfferhofer, Weihenstephan, Maisel's, Berliner Kindl’ ile sürmüştü. Bu yazılara üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Uzun yazılarla siteyi kaplamamak adına sizden aşağıdaki ‘Devamı’ tuşuna tıklamanızı rica edeceğim.


Pilsner daha önceki yazılarımda kısaca değindiğim üzere Bira tarihinde bir Devrim’dir. Bu saydam açık renkli, beyaz köpüklü, karbonizasyonu yüksek bira türü daha önce toprak bardak ve çömleklerde içilen, göze pek hoş gelmeyen ürünü pazarda reklamı yapılabilir, görsel olarak da müşteriyi cezbeden bir duruma getirmiştir.

1400’lü yıllara kadar biraların tamamı üstten fermante olan ALE tipi biralardı. 1400’lü yıllarda alttan fermante olan Lager’ın keşfinden yaklaşık 400 sene sonra 1839 yılında bugünkü Çek Cumhuriyeti’nin Plzen şehrinde şehrin yöneticileri tarafından bugünkü adı Plzeňský Prazdroj olan Bürger Brauerei (Halkın Biraevi) kurulur ve ilk Pilsner bira burada keşfedilir. ‘Pilsner Bier’ tabiri de 1859 yılında tescillenir. 1898’de de Pilsner Urquell bir marka olarak piyasaya sürülür.

Sanırım yetti, bu bilgileri birçok kitapta hatta hiç uğraşmayıp direk olarak wikipedia’da bulabilirsiniz. Şimdi biraz Pilsner bira tadımı yapalım;

Berliner Pilsner: Almanya’ya indik, ilk de bu birayı içtik. O anki algımız bize şunları yazdırmış; Birayı loş bir ortamda içtiğimiz için rengini tam göremiyorum ama şeffaf altın renkli bir bira. Köpüğü beyaz ve dolgun. Resimde de görüldüğü üzere biraz daha kremaması. İçimi rahat ve damakta yoğun bir tat bırakıyor. Hafif acılık son olarak dilin arkasını ve damağı vuruyor. Kalıcılığı da fena değil. Hergün içilebilecek gündelik bir bira. PUAN: 4/10

 



Rotthaus Pils: Şişeden içtiğimiz için rengini not edemedik. 2012 altın madalya ödüllü içimi rahat olan bir Pilsner bira. Standardın üstünde. PUAN: 6/10

 







Budweiser Budvar: Pilsner'in doğum yeri olan Çek Cumhuriyeti'nden. Kokusu bizim pilsler gibi. Biraz daha yoğun.. Tat ise daha damakta kalıcı acılığı dengeli.  PUAN: 7,5/10







Pilsener Urquel: En eski Pilsner bira... karbonizasyonu yüksek, kokusu ve tadı bizim Pilsenerlerden farklı, damakta acılık, baharatlı bir tat var. Harika... Türkiye'dekilerle alakası yok, acılığı isli peynir bile bastıramıyor. Bu bilgiye tezat olarak Zak Avery 500 beers kitabında bu birayi fantastik derecede yumuşak olarak tanımlamış.. Acılığını da dengeli bulmuş.. Daha öğrenecek çok şey, yenilecek çok fırın ekmek var. PUAN: 9/10

Bu arada sitesi mükemmel bir intro ile açılıyor, izlemenizi öneririm;




 Daha fazla detay yorum yapmadan bazı diğer Pilsnerler ve notlarını da şu şekilde verelim;

 




Çok konuştuk, benden ve yazılardan daha fazla soğumamanız için yine neşeli bir şeylerle yazımızı bitirelim. Ayrıca bundan sonraki ilk yazının Belçika Biraları ve Trappist’ler hakkında olacağını da belirtmek isterim. Dünyanın en iyi biralarının Manastırlarda, suskunluk yemini etmiş din adamlarınca nasıl yapıldıklarını yazmaya çalışacağız kısmetse.

CHEERS’ı bilirsiniz sanırım. 1982/93 yılları arasında yayınlanmış Amerika'da bir barda geçen ve uzun yıllar süren bir sit-com. Burada Cliff karakterinin, şişko, birası elinden düşmeyen, eve gitmemek için bahaneler üreten NORM’a anlattığı bir teori;


Bufalo Teorisi;

Bir Bufalo sürüsü düşünün, bu sürü ancak en yavaş ilerleyen Bufalo hızında hareket edebilir. Sürü saldırıya uğradığında da bu en yavaş ve en hantal olanlar ilk olarak avlanırlar.

Bu doğal selleksiyonun güzel bir sonucudur çünkü bu şekilde sürüdeki en zayıf, sağlıksız halkalar elenmiş olur. Tüm sürü daha hızlı ve sağlıklı şekilde hareket etmeye başlar.

Aynı şekilde beyin de en yavaş hücrelerin hızına bağlı olarak çalışır. Hepimiz alkol’ün beyin hücrelerini öldürdüğünü biliyoruz. Fakat doğal olarak alkol en zayıf ve sağlıksız hücrelere saldıracak ve ilk olarak onları öldürecektir. Bu da beynimizin daha iyi çalışmasına yol açacaktır!

Sanırım bu hikaye 1-2 biradan sonra neden kendimizi daha akıllı sandığımızı net olarak açıklıyor:)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder