Bira yapmaktan (2,5 ayda 6 farklı çeşit bira yaptık..) ve maça gitmekten bira tadımı yazılarına yer ve vakit ayıramaz olmuştuk..
Delirium'u ilk olarak diskete oyun yüklediğimiz bilgisayarcıda duymuştum. O zamanlar büyük bir dosyadan türüne göre sıralanmış oyunlar içinden sadece oyunun isminden nasıl bir şey olduğunu kestirmeye çalışır, 4-5 disketi geçmeyecek oyunları yükletir evin yolunu tutardık. Herhangi bir disketteki arıza oyunun yüklenmesini ve dolayısıyla oynanmasını engellediği için ne kadar az disket o kadar az risk demekti. Delirium ismi cezbedici ama sonucu hüsran, saçma bir oyundu.
Delirium ile ikinci tanışmam Brüksel seyahati öncesi okuduğum kitaplarla oldu, ardından şehre iner inmez buranın yolunu tuttum ve kendimi yıllar sonra yine büyük kalın bir dosyadan isimlerine bakarak seçim yapmaya çalışırken buldum. Bu sefer oyun değil Bira seçmeye çalışıyordum..
Delirium Cafe-Bar bir efsane. Adı Delirium Cafe bu arada. Belçika'lıların Cafe anlayışı da böyle olmalı zaten.. 2000'in üstünde biraya sahip olarak Guinnes rekorlar kitabına girmiş bir mekan. Yazıyla belirteyim de yanlışlık olmasın; ikibin'in üstünde farklı bira... Seçeceğiniz Bira için size bir kitap veriyorlar :). Ekim ayındaki Brüksel ziyaretimde yıllarca gittiğim bu şehirde bu mekanı keşfetmemiş olmanın üzüntüsünü ve burada olmanın mutluluğunu birlikte yaşadım. Benim gibi bir bira aşığı için yeryüzünde cennet.
Taze bira musluktan içilir. Şişesini bile zor bulduğunuz efsaneleri musluktan (tap) tatmak, devasa kilerinden çıkan soğuk Amerikan, İngiliz, Belçika biralarını yudumlamak öyle keyifli ki. Sadece muslukta 50 çeşit bira var. 3 katlı bir mekan ve her katı farklı keyifler için..
İzin verirseniz sizlerle bu mekanın detaylarını ve burada tattığım Dünyan'nın her bölgesinden biraları kısaca aktarmak istiyorum. Okumak okumamak seçimi ise çok basit, şu yukarıdaki resme tıklayıp da kendinizden geçmiyorsanız boşverin devamını okumaya değmez.. Ama şunu net söyleyeyim, bira ile birazcık alakanız varsa alttaki ''Devamı'' tuşuna basmayarak çok şey kaybedersiniz. :)
Küçük Amerika olduğumuz için herşeyin b.kunu çıkarma konusunda sınır tanımıyoruz. Herşey 'en'lerde olmalı. Saçmalılklar da.. 1 aydır, belki daha da uzun süren bir Kıyamet Günü manyaklığı dün sona erdi çok şükür. Bizim bu saçma gösteride yer alabileceğimiz tek rol ise melankolik şarkılarımızdı..
Tribünlerin bir sözü vardır, her kulübün kendine uyarladığı. Bizim için; ''Cehennem buz tutana kadar Beşiktaş'lıyız''. Eğer İnönü bizim cehennemimiz ise dün buz tutmasına ramak kalmıştı. Kelimenin tam manası ile donduk. Sahada 40. dakikaya kadar da bizi ısıtacak bir şey de göremedik. Ama ilk yarının son 5 dakikası tüm havayı dağıttı.
Cuma maçlarından yorulduk ama bize yapılan haksızlıklardan yorulmadık, her yumrukta tekrar ve daha dinç ayağa kalkıyoruz. Hem Kıyamet gününde Beşiktaş'tan başkasına maç verilseydi haksızlık olurdu. Çünkü sadece biz;
Bekçisiyiz kopsa Kıyamet! Siyah Beyaz bize Emanet!!..
Onu ilk olarak bir okul turnuvasında görmüştük. Devlet parasız yatılı olarak kolej takımları ile ancak o anlarda karşılaşıyorduk. O kolej takımının en güzeliydi, bizim okulu yenmişlerdi o gün, umurumuzda değildi sonuç, zaten bizim tutkumuz sevinçlere değil oyunaydı. Çok güzeldi, herkesten farklıydı oyunu, duruşu, çalımları. Platonik aşkımızdı artık bizim. Nedense bizden hissediyorduk onu.
Yıllar geçti, o dünyanın en iyi okullarında arıza çıkarmakla meşgulken biz de başımıza gelen müdür belası ile savruluyorduk. Köklü, ağırbaşlı bir yapıdan şımarık bir koleje dönüşüyorduk. En iyi öğretmenleri getiriyorduk, dönem bitmeden gönderiyorduk. Bünye kabul etmiyordu. Öğrenciler de aşılanmıştı, bozuluyordu, dinlemiyorlardı sınıf başkanlarını, işi gücü kavga çıkarmak olmuştu bazılarının. En çok onlar seviyordu çünkü, Müdür de seviyordu bu adamları.. Kayboluyordu birlikte olamnın ruhu. Düzen değişiyordu, dünya değişiyordu ama biz değişmek istemiyorduk.
Hangi bira sever soğuk kış
günlerinde eve gelip şöyle kavrulmuş arpa kokusunun, kahve tatlarının
olduğu bir bira içmek istemez ki? Biz de öyle düşündük ve Atölyemizin 3.
kit birasını bir Stout olarak üretmeye karar verdik.
Bira Atöyesi K.3 Irish Stout: Soğuk ve Beyaz Kış Gecelerinin, Siyah ve Sert Birası.
Dostlarımızın
çoğu 'Siz ne yapıyorsunuz?' diyor, takip etmekte zorlanıyor. Açıkçası
biz de takip etmekte zorlanır olduk,haftamızı fermenterdeki biranın
şişeleneceği güne, yeni yapılacak biranın tarihine göre ayarlar olduk. Çünkü her adım önemli ön hazırlıklar gerektiriyor.
O
zaman ne yaptığımızı kısa tekrar hatırlatalım: Amacımız kendi emeğimizi
tatmak, keyifle Bira içmek ve son dönemde değişmeye başlamasına rağmen
bir Lager (daha da net söylemek gerekirse Pilsner) hegamonyası altında
olan ve çeşidin az olduğu Türkiye pazarında kendi biralarımızı içmek,
farklı tatlar yakalamak.
Yine bir cuma akşamı. Tüm haftanın stresi, trafik çilesi, yorgunluk. Yine de başka hiçbir şeye koşmadığımız gibi koşuyoruz sana.. Besşiktaş sen bizim tek umudumuzsun. Anlıyor musun?
Beşiktaş yine özlediğimiz Beşiktaş gibi oynadı.. Beşiktaş, 'yine' Beşiktaş gibi bitirdi.. Sonunu bildiğimiz bir dramayı izledik, uzun zamandır üzülmemiştik böyle. Sahada çırpınan çocuklara, Takoz Recep'e, Samet Hoca'ya üzülüyoruz çünkü, milyon euro'ları alan ruhsuzlara değil.. Sana feda olsun bu üzüntüler, göz yaşları...
Fermantasyon süreci beklediğimizden uzun sürdü ama Bira Atölyesinin
ilk KİT serileri olan Belgian Tripel (K-1) (%9-9,5 alkol) ve Tarwebier (K-2) (Buğday
Birası) (%5-5,5 Alkol) şişelendi.
Resimlerden de görüleceği üzere bu
sefer biraz daha düzenli ve sistemliydik. Tüm biraları şişelere
doldurduk. Pet şişe kullanımı olmadı. Ayrıca kit versiyonlarında tortu
da olmadığı için yaklaşık 34 litreye yakın bira şişelemiş olduk.
Resimlerden de görebileceğiniz üzere bunları etiketledik..
Şimdi
önümüzde uzun bir bekleme süreci olacak. Biralarımızın şişede
olgunlaşması yaklaşık 8 hafta alacak. Biz de bu arada yeni hasatlar
üretmeye devam edeceğiz.
Yazının devamı ve resimler 'devamı' yazısını tıklamanız yeterlidir..
Beşiktaş formalarının bu seneki tasarımları hiç dikkatinizi çekti mi? 100. yıl formasından beri sanırım ilk defa armalar bu kadar büyük.
Bu değişikliğin bu seneye denk gelmesi şans mıdır bilmiyorum ama Beşiktaş'da büyük olan tek şey vardır: O da 'geçmişimizi', 'bizi' özetleyen, diğerlerinde ve 'normal'likten ayıran ARMA'mız.
Beşiktaş iyi oynuyor (en azından sonuçlara göre..), Beşiktaş bizi mutlu ediyor (böyle bir beklentimiz olmasa da..).. Beşiktaş'da futbolcular değil büyük ve değerli olan. ARMA.
Bizi mutlu eden galibiyetler değil, golden sonra yumak olan futbolcular, sakatlanan arkadaşlarının formasına koşarak sevinen bir takım..
Beşiktaş kendine gelmeye başlıyor. Oyun olarak değil ama ruh olarak, taraftar olarak! Stad bir cuma akşamı, yağmurun beklendiği, trafiğin kilit olduğu, 5 gün arayla maç oynandığı bir günde rakip takım tiribünü dahil hınca hınç Beşiktaşlılarla dolu. (Kapalı hariç ama o da en dolu maçlarından birini gecirdi.) Eski Açıkta koltuk kalmamış, yeni açık üst kat bile dolu. Beşiktaş'tan başka şarkı yok dillerde, protesto yok, bir olmak var. Efsaneye (Süleyman Seba) vefa var, protestosuz ÇARŞI duruşu var. Muattabımız olmayan takım ve tribün gruplarını anmadan şarkılar söylemek var! Futbol bu, kötü günler, oyunlar da olur ama buna isyan eden futbolcular var. Kendini göstermek için değil, arma için, taraftarı mutlu etmek için oynadıklarını hissettiğiniz bir topluluk var. Golllerden sonra yumak yumak tribüne koşan deliler var sahada..
Öyle deliler ki arkaya da bakmıyorlar, yiyoruz golleri.. Ama olsun. Senden bizi mutlu etmeni beklemiyoruz BEŞİKTAŞ.. Sana gelmediğimiz gün, Öldüğümüz gündür bizim..
Az taktik, çok duygusal bir maç yazısı için 'Devamı' tıklanabilir...
Bira yapmayı sürdüyoruz. Yaklaşık 3
hafta önce kendi imalatımız ilk biraları şişelerken Almanya'dan
getirdiğimiz Bira yapım kitlerinden biri ile de bira yapmaya
başlamıştık. Bu bira da bugün-yarın şişelenecek.
Yine sevgili ile buluştuğumuz bir haftasonunu geride bıraktık. Beşiktaş'ın maçı vardı ve yağmur yoktu!, 3 kardeş çarşıda yedik, içtik, maça hazırlandık. Maç bittiğinde ise rahat maç izlemeye alışık olmayan bünyelerimizde bir ''reddi vaka-i hayriye' vardı. Bu mutlu ve güzel anı kabul edemiyordu bünyemiz.. Seviyoruz be Beşiktaş'ım! hem de çok.. Kötü günlerinde yanında olmak istiyoruz, böyle hastayız işte..
Kısa bir maç yazısı olacak. Maç önü aktiviteler, takımın, tribünün durumu ve sonuca dair yorumlar. okumak isteyenler buyursun efendim;
6 Ekim Sabahı başlayan 'Evde Bira İmalatı' projemiz BİRA ATÖLYESİ'nin
ilk hasat'ını dün aşkam törenle açtık. Bizim için heyecanla ve sonucunu
uzun zamandır merakla beklediğimiz gün gelmiş ve çatmıştı açıkçası..
Sonuç mu; Yüzümüz gülüyor!! :)
İlk biramız bir
PALE ALE ve fermantasyon sırasında %100 tek tip malt ve gaz/köpük elde
etmek için şişelemede şeker kullanımını içeriyordu. Hemen eleştiriye
başlamayın. Şişede fermantasyon ve olgunlaşma Dünya'nın en iyi
biralarında kullanılan ve derinlik ve tat olarak çok daha iyi sonuçlar
ortaya koyan bir yöntem. Bizim gibi ev biracılarının da tek alternatifi
çünkü biz biramıza C02 basmıyoruz!!
Tezatlarla dolu bir başlık değil
mi? ‘Ben bira sevmiyorum abi, hamallık..’ bu sözü çok duymuşsunuzdur. İzlediğim
bir belgeselde vardı sanırım, bira sevemeyen insan olabileceğine pek
inanmıyorum. Herkesin sevebileceği ve keyifle içebileceği bir bira mutlaka
vardır, tek sorun henüz onu içmemiş olmasıdır. Bu yazımızdaki hedefimiz şarap
severler. Şarap gibi kokan, şarap gibi görünen ve hatta tadı bile onu andıran
efsanevi biraları tanıyacağız. Birkaçını yorumlayacağız.
Cantillon Biraevi (Bira fabrikası)
1900 yıllarda Paul Cantillon tarafından kurulmuş ve Belçika’ya özel LAMBIC
biraları üretmeye başlamış olan bir biraevi. Lambic biraların özelliği belki de
dünyadaki ilk hasatın yapılmasından beri var olan bir tekniği sürdürmesi. Doğal
fermantasyon.. Maya sonradan katılmıyor, doğada bulunan ve fermantasyonu
sağlayan doğal mayalarla biramız şeklini alıyor. Bölgenin sıcaklığı sadece 4 Ay
bira yapımına müsaade ettiği için bu tarihlerin dışında bira üretimi de yapılmıyor.
Doğallığın doruklarında hiç tatmadığınız bira lezzetlerini okumak için ‘Devamı’
butonunu tıklamanız yeterlidir.
YD döneminden kalan ender güzel olaylardan biri takımımızın 'Haydi Kalk Ayağa' marşı ile seromoniye gelmesidir bence. Daha eskilerden gelen bir adet ise büyüklerim beni düzeltsinler lütfen.
Üstte gördüğünüz resim dünkü maçın son saniyesi(Herkesin bildiği üzere...). Kaçan golden sonra üzüntüden yıkılan futbolcular... Kötü günleri bekliyorduk, belki daha kötülerini de göreceğiz. Şimdi! asıl şimdi, takımın ne olursa olsun desteğe ihtiyaç duyduğu zamandır. 3 de yeseler, 5 de yeseler...
En kötü gün bugünse eğer bugün daha gür: BEŞİKTAŞ SEN BİZİM HERSEYİMİZSİN.
Dün staddaydım, maç sonunda kaçan golden sonra tüm stadın futbolcuları alkışmalası ne kadar güzel ise, 1-0 da devre sonunda Quaresma diye bağırılması o kadar iğrenç ve kötüydü.
Bizi bitiren bugünlere getiren taraftar olmuştu, ne yazık ki de böyle devam ediyor. Eski açık karıştı, numaralı-açık birbirne giriyordu. nedeni takım değil bir futbolcu, hem de sahada olmayan bir futbolcu. Twitter'dan takip ettiğim kadarı ile kapalı'da Abilerimiz her tezahürata girmiyor diye tehdit edilir olmuş.
Net olarak söylüyorum; Takım yenilsin de Q7 diye bağıralım düşüncesinde olan insanlar var. Biliyorum çünkü birebir yaşadım. Yeni açıkta tüm maç susanlar, devre sonunda Q7 diye bağırıyorlardı..
Nedir bu sevgi? Nedir bu üzüntü? Biz Kibar Feyzo'muzun Fener forması giydiğini görmüşüz, buna üzülmüşüz. Q7'nin oynamaması zerre hissettirmez acısını. Q7 kim?
Zor günlerden geçeceğiz ama olsun gelecekse tüm acılar, biz hazırız senden gelsin; Beşiktaş'ım HAYDİ KALK AYAĞA, YÜRÜ GÜNEŞE!..
Sevgimiz yeni boyutlara geçişini tamamlamak üzere. Amatör şartlarda tamamamen güzel bira içme, emeğimizi yudumlama isteğiyle çıkılan yolda ilk biramızı şişeledik. 14 gün sonra tadına bakacağız. Bireysel değil bir takım çalışması, bu yüzden bu çalışmaya özel ayrı bir sayfa da hayata geçti, henüz emekleme aşamasında.
Bira yazılarında geriden
geliyoruz, üstü üste yazılar yazmak lazım. Bu yazıda 3-4 değişik bira tadımını,
Frankfurt Seyahati ve burada yapılan değerlendirmeleri listelemeye çalışacağım.
Hızlanmak istememim 2 nedeni var;
Siz sevgili dostlarımdan gelen yoğun ilgi. :) Halimizi hatrımızı
soran yok, biraları soran çok valla. Geçen hafta eski dostları gördüğümüz Ford
ziyaretinde ‘Otosan People’
ahalisinden herkes önce biraların sonra bizim hatrımızı sorar olmuş.
İkinci neden diğer yazıların başlıklar; İlk Bira üretimi denememiz, Delirium Cafe’yi ve Cantillon Bira İmalathanesi
ziyaretlerimi soğumadan servis etmek istiyorum.
Bu yazı’da ilk IPA denememiz,
Amerikan Butik (Craft) biracılığına kısa bir giriş ve Frankfurt Ziyaretinden
bazı bira notlandırmaları olacak. Okumak isteyenler ‘Devamı’nı tıklayabilir,
yeter ulan baydın diyenler; ah benim içtiklerimi bir de siz içseniz öyle
demesiniz ama.. :)
Fenerbahçe'ye 3-0 yenildik. Kulüp borç batağında. Sahadaki futbolcularımız ile icralık durumdayız. Taraftar işi gücü bırakmış Q7 diye yürüyor. Stad elimizden kayıyor. Kapalı dağılmış.
Ama BEN BURADAYIM! Dalga geçecek olan Fenerli, cimbomlu varsa buyursun.. Samet'e sövecek olan HOSE MORUNYO'lar beri gelsin.. Twiter Teknik direktörleri, yöneticileri, yenilsek de Q7 gelsinciler.. Ben Burdayım!
Siz kundakta sallanırken bu adam kolunda pazu bandı takıyordu. Siz kimsiniz ki Beşiktaş Kulubunun Teknik Direktörüne küfür edebilirsunuz?
Samet Hoca maç sonrası az bile söyledi. İşiniz gücünüz oynamayan Tanju değil mi?Çok daha iyi biliyorsunuz her şeyi.. Allah size akıl, bizlere sabır versin..
Daha önce de yazdım: Bunlar iyi günler. Kötü günlere hazırlanın. Ben hazırım ve buradayım! Benimle birlikte üzülecek, boyununu bükecek BEŞİKTAŞ'lıların arkasındayım. Schuster'i sevdiğiniz kadar kendi kaptınınıza değer verin. çünkü o sizi yüzüstü bırakıp çekip gitmek yerine en zor koşullarda giyotinin altına kafasını koydu. Tek idealini, tek şansını bu şekilde bir takımda değerlendirmeyi kabul etti.
Yazacak o kadar çok şey birikti ki bu ara... Beşiktaş'ın durumu malum. Bin dermana değer bir derdimiz var çok şükür. İçkimize sebep oluyor. İçmek konusunda da sınırlar zorlanıyor. Hani indirme hızı yazma hızını geçtiği an CD'ler öldü yalandan kopya film/dizi arşivciliği rafa kalktı ya, bizim de yeni bira içme ve aktivite hızımız yazma hızımızı aştığı için blog biraz öksüz kaldı.
Kendime bir sıra belirleyebilmek adına bu ara yazıyı yazmayı uygun buldum.
Yine bir iş gezisi ve yine yüklenip geldiğimiz çok özel biralar.. Son dönemde kendimizi Trappist'lere Belçika biralarına adamış bunlarla ilgili üst üste yazılar yazmıştık. Artık arkadaşların bile espri konusu olduk, trappist aşağı, trappist yukarı.. Ee o zaman yeni ufuklara yelken açmanın vaktidir dedik ve 3 farklı tipte biraları topladık geldik.
Geçen hafta Berlin'de Berlin Bier Shop'daydım. Dükkan sahibinin heyacanımı anlayarak dükkanın kapalı olmasına rağmen bana tek tek anlattığı biralar içerisinden (Dükkan kapanmak üzere olduğu ve taa Türkiye'lerden sadece bu iş için geldiğimi anltığımda durumu anlayışla karşılamsı neticesinde) seçtiklerimin listesi yazının devamında. Bu sefer Amerikan ve İngiliz (Araya Kanada ve Almanya da girdi) biralarına ağırlık vermeyi istediğim için IPA (Indıan Pale Ale), Stout ve Porter tipi biralar alındı. Önümüzdeki dönemde herbiri tek tek içilecek ve yorumlanacaktır. Gerçekten çok heyacanlıyım.. Saçma di mi? evet bira içeceğim için heyecanlıyım :)
Sezonu açtık. Yeni sezonda Beşiktaş gibi bizde de birçok şey yeniydi. Maça gidiş kadromuz, tribünümüz, üzerimizdeki formalar, t-şörtler değişmişti. Sahadaki takım gibi biz de yenilendik. Eski Açık'tan destekledik Beşiktaş'ımızı. Ve boğazlarımız yırtılırcasına bağırdık sevgiliye; Sevemez Kimse Seni, Benim Sevdiğim Kadar. Beşiktaş Sen Olmasan, Yaşamak Neye Yarar!..
Bir önceki paylaşımımızla haberini vermiş olduğumuz '(Geleneksel) Bira
Tadım Günleri'nin 2.cisini 7 Eylül cuma günü gerçekleştirdik. Bu sefer
kadro ilkindeki kadar kalabalık değildi ama içilen biraların önemi ve
ağırlığı kat ve kat fazlaydı.
4 Trappist birası içildi ki 3 tanesi efsanevi olarak adlandırabileceğim Westvleteren'di. Blond, 8 ve 12. Ayrıca Rochefort 8 ve Hollanda'nın en özel biralarından Brouwerij't IJ Zatte ve Struis, araya da Türkiye'de bulunabilen Fuller's London Pride ekledik.
Bu efsanevi kadro bir araya bir daha zor gelir. Daha önceki bir yazımda tüm kurşunları aynı anda sıkmak gibi olacak demiştim bu yazı da onlardan biri olacak ve sanırım bir süre zirvede kalmak adına Belçika ve Trappist biralarını bir kenara bırakarak farklı ülke ve tadlara yönelmekte fayda olacak.
''Benim bir Westvleteren'im var.''
Bu cümledeki mutluluğu bulabilir misiniz? Hadi onu bulamadınız, bu cümledeki 'Adam'ı bulun madem... :)
Ne demek istediğimi, Westvleteren'in ne olduğunu merak edenler alttaki yazıyı tıklayıp 6. paragrafı okuyabilirler. (Bırak ansiklopedik bilgileri... ile başlayan paragraf)
Mutluluun sebebini buradan buldunuz.. Bu dünyanın en iyi birası listesinde 1. SIRADA. Binlerce, belki onbinlerce içinden 1.!
'Adam'ı bulamazsınız.. Bu devirde zor bulunuyor.. Bu birayı bana bahşeden Sayın Malkamak Ailesine teşekkürü bir borç bilerek bu sorunun da cevabını vermiş olalım!.
ÇOK ÖNEMLİ NOT: 3 adet Westvleteren, 1 adet Rochefort 8 içilen bir akşamı geride bıraktık. Yakında burada yazacağım. Ama cumartesi sabahın 9:00'unda yazmamdan da anlaşılacağı üzere olayın heyacanı ve idrak zorluğu hale geçmiş değil. Biraz bekleteceğim ne yazık ki.
Derbi gecesi stadda olamadım. içkinin de verdiği etki ile çok sinirli ve üzgündüm. Bu yüzden de yazı için biraz beklemenin ve sakinleşmenin uygun olacağını düşündüm. Herkes maç ile ilgili değerlendirmelerini maç önü, arkası yazılarını yazdı kurtlarını döktü. Ben derbi ve oyundan daha çok derbi sonrası yaşanan tartışmalara değinmek istiyorum.
Sezona deplasmanla başladık, bayram tatilinin avantajı ile de Zulimpiyat'taydık. Kısa bir maç değerlendirmesi ve twitter ve facebook'a sığdıramadığım sinirimi burada çıkarmayı planlıyorum ve daha şimdiden tipik şekilde maç yazısından uzaklaşacağımı hissediyorum. Buyrun bakalım;
Bira ile ilgili son yazımızda
Trappist’leri kısaca tanıtmış ve ne kadar özel olduklarını anlatmaya
çalışmıştık dilimiz döndüğünce. Tüm kurşunları sıkmak gibi olacak ama kalan yeni ufuklara yelken açmadan önce 3
Trappist bira yorumumuzu da yapalım. ORVAL,
CHIMAY BLUE ve CHIMAY RED… Buyrun bakalım;
Hazırlık kampı ve maçları bitti, ilk
hafta fikstürü de açıklandı. 2012-2013 sezonu bizim için bu pazar başlıyor. Beşiktaş yeni sezona hazır mı izninizle bunu
beraber değerlendirelim. Bence insan ilk önce kendisine bakmalıdır, ben de taraftar olduğum için ilk önce
taraftarın ne kadar hazır olduğuna değinmeye çalışacağım.
Dünya’nın en iyi biralarını kim
yapıyordur sizce? Almanlar mı? Belçikalılar mı? Milyar Dolarlık büyük bira
firmaları mı? Kendini bu işe adamış enstitüler mi?
Bu soruya Mısır ile birlikte biranın
doğduğu topraklar olan Anadolu’nun güzide … kasabası demeyi çok isterdim ama
Bira (butik, özel, bize özel biralar…) bu topraklardan gelmemek üzere kaçmış
gibi. Yazık..
En iyi tabi ki iddialı bir
kavram. Binlerce farklı marka/çeşit onlarca ayrı türü olan bir içki için en iyi
budur demek zor ama birçok kesim tarafından en iyi olarak kabul edilmiş,
Dünya’nın birçok yerinde Butik (Craft) Biracılığa ilham olmuş en iyi ve en özel
biralar Manastır’larda yaşayan ve suskunluk yemini etmiş keşişler (evet din
adamları..) tarafından üretilmektedir. Hatta daha da net söylemek gerekirse
Cisterian tarikatına bağlı ve çok sıkı kurallar altında yaşayan, çok zorunlu ve
gerekli olmadıkça asla konuşmayan, tüm yaşamını 6. Yüzyıl’da yazılmış St.
Benedict kurallarına göre geçiren keşişler tarafından.
Bu şaşırtıcı durum ilk
öğrendiğimde merakımı o kadar cezbetti ki bir Bira manyağı olmamda etkisi
kesinlikle mevcuttur. Eğer sizi de meraklandırdı ise yazının devamında TRAPPIST
biralarını tanıyalım, içtiklerimizi yorumlayalım izninizle..
2 İngiliz, 3 Belçika klasiği, Çek Cumhuriyeti ve Türkiye'den biralar.. Ardından Efes, Tuborg ve günü Single Malt Glenfiddich 15 ile akşamı tamamladık. Katılımcı dostlara teşekkürler.
Günün öne çıkan birası yeni keşfimiz St. Feuillien oldu. Fuller'lar zaten yeterince kompleks ve klas biralar. La Chouffe ve Duvel'de bildiğimiz ve Fuller's lar gibi standardın çok üstünde dünya klasında biralar. Notlarından durumlarını görebilirseniz zaten. Çalışma ve değerlendirmelere Ramazan dolayısı ile ara veriyoruz. Yazılar devam edecektir..
Başlıktan da anlaşılacağı üzere
bugün Pilsner biralarına biraz değineceğim ve farklı ülkelerin biralarından
tadım yaptıklarımızı kısaca paylaşacağım.
Yazıya geçemeden önce neler
yaptık kısaca hatırlayalım; Bira sevdamız uzun yıllara dayansa da 1 ay önce bu
sevdayı bir hastalık mertebesine yükseltmeyi uygun görmüş ve bulduğumuz yerde
bu dünyanın en çok tüketilen 3’ncü (su ve çay’dan
sonra) içeceğine sarılır olmuştuk, Öyle ki sene sonuna 50 farklı bira tadımı hedefi 1 ay içinde sonlanmak
üzere. (yazı hazırlanırken sonlandı bile.)
Basketbol tarihinin kulüp bazında en iyi sezonunu yaşayan Beşiktaş'ta Kaptan da gemiyi terk etti. Taraftar olduğumuz, melankolik bir aşkla sevdiğimiz için bu ayrılıklar çok acıtıyor içimizi. Hele de sahada yüreğiyle oynadığını hissettiğimiz oyuncular için.
Biz daha alışmadık bu 'Yeni Dünya Düzeni'ne.. 80'lerde kaldık hepimiz. Forma için oynamak diye bir tabir yok artık ama bunu anlayamıyoruz. Anlayamamamız da doğal çünkü Aşkla seviyoruz. Karşılıksız seviyoruz.
Feyyaz'ımız bile Fener forması giydi, sen giysen ne olur be Hawkins? Sende git be kaptan. Faturalarını öde, daha çok kazan. Haklısın da hepimiz para için çalışıyoruz ve daha iyisi olursa arkamıza bakmaz gideriz.
Uyanamadık biz hala. Beşiktaş taraftarının içinde olduğu durum bu. Hepimiz hala tatlı rüyalardayız, bu rüyalarda Metin'ler, Ali'ler, Şifo'lar maç yapıyor. Forma için oynuyorlar. Asalet, duruş, nezaket herşeyden önce geliyor. Dünya ise bizi hızla sallıyor, hadi uyan artık diye, bak klup ne halde, takımların ne halde diye.. Uyanmak istemiyoruz.. Değmez çünkü..
Hawkins'in gidişi ile ilgili twitterda kendisine ilettiğim görüşlerim de aşağıdaki gibidir. yolu Açık olsun.
@DGHawkDC goodbye Legend! You can win championships again, but never will be the same! #besiktas forever..
@DGHawkDC
payin the bills sta.mnt cldn't be engh for the fans!.aywhr in the
wrld.Most pple work for a year to get yur 'one match win bonus'+
@DGHawkDC we r tryin to udrstnd you,so pls do so for us too.We loved you and yr play wth yr heart!Pls donot be mad at angry fans.
@DGHawkDC
eryby works for money.We 'as besiktas fans' tryin to blive tht ther r
more ımptnt thngs tha mny n th world.This is Unrecuited LOVE
Geliyor da be, durmadan geliyor,
kesilmeden geliyor, her gün bir yenisi geliyor.
Beşiktaş’ın ‘Önde Gelenleri’ iktidar xlığı
peşinde ‘kasımpaşa’lı oluverirler bir günde.
Hakem oyunları ile şampiyonluk verilir mükemmel bir hoca, mükemmel
bit takım dağıtılır, Hoca’mızı kovarız. (Lucescu)
2 kupayı aynı sene kaldırırız, 2 hafta
sevinemeden Hoca’mız gider, oyuncular dağılır.
Bir başkan seçeriz, 8 sene bir paçavra gibi kullanır ve atar bu şanlı Kulübü bir kenara.
Basketbol takımımız tarihin, hem de Türk
basketbol tarihinin en başarılı takım performansını sergiler. 1 seneye 3 kupa
ve 10’larca derbi galibiyeti sığdırır, 1 ay geçmeden Hoca gider, Kaptan Gider,
oyun kurucu, pivot gider..
Bize Q7’ler değil Egemen’ler lazım deriz, Ee o da
gider beee.
En acısı futbol şubesi sorumlumuz, Teknik
direktörümüz Şike’den yargılanır,
Daha acısı bu taraftar bu insanlara sahip çıkar,
Çarşı posterlerini asar,
Daha da acısı bu insanlar suçlu bulunur.
Beşiktaş’ımın adı lekelenir.
Daha daha acısı YD’nin yarattığı bu kendini
bilmez kendine taraftar diyen it kopuk sadece Beşiktaş’a geldiği için, aşkla çalışmak
için burada olduğu için Samet Kaptan’ın kızına sırf bir oyuncu yollanıyor diye
küfürler yağdırır. Kendi kaptanının kızına..
Şundan eminim ki bunlar daha iyi
günlerimiz, Kulüp çok zor durumda, herkes çil yavrusu gibi dağılıyor. Taraftar
bu günlerin en büyük sorumlusu olarak ağzı salya dolu her tarafa saldırıyor,
birlik yok destek yok.
Konu ile ilgili bloglarda çok
güzel yazılar var; ‘Biz kaç kişiyiz ki gerçekten’ 1.000.000 mu, 500.000 mi? Yoksa
gerçekten bir avuç insan mıyız?
Beşiktaş tipik bir sol tıkanması
yaşıyor. Herkes seviyor da, herkes de biliyor be Allah kahretsin! Bir gün de
bilmeyin be kardeşim, bir gün de sadece taraftar olun.
Eminim takımın başına geçer
geçmez defansı forvet hattını yakınlaştıracaksınız, pasa ve prese dayalı bir
takım kurup ligin tozunu atacaksınız. Her sene 1-2 oyuncuyu alt yapıdan çıkarıp
ilk 11’de oynatacaksınız. Hemen Q7 ile bir toplantı yapıp onun takımı
sahiplenmesini, Fernandes ile görüşüp takımın lideri olmasını sağlayacaksınız.
Ucuza alıp pahalıya satacaksınız, eminim. Mustafa Denizli’den daha iyi Hoca,
Samet Aybaba’dan daha iyi Beşiktaş’lı, Fikret Orman’dan da daha iyi Başkan’sınız..
Eminim buna! O kadar eminim ki artık bunu kanıtlamak için yazmayın. Artık bize
anlatmayın. Bi xtirin gidin.
Beşiktaş’ım, Gelecekse Tüm Acılar
Biz Hazırız Senden Gelsin derken, ‘SENDEN’in manasını farklı düşünmüştük. Sen
düş, Sen yenil, önemli değil demiştik. ‘senden’ Beşiktaş’ın içi olmuş artık. Her
acıyı baş tacı ettiklerimiz yaşatıyor bize.. Suçlu kim mi?; TARAFTAR.
Ve artık sadece TARAFTAR kurtarır
Beşiktaş’ı.
1-2 sene daha serbest düşüşe
devam. Bakalım kaç kişiyiz, kaç kişi kalacağız…
Bira yazı dizisine adam akıllı not
alarak tadım yaptığım biraları tanıtarak başlamıştım. 3’ü de özel Belçika
biralarıydı. Şimdi bu yola çıkmaya karar verdikten sonra gerçekleştirdiğim ilk
seyahatimde tattığım biralara geçebiliriz.
Güncelleme yapmak gerekirse; su
an 46 farklı çeşit denemiş bulunmaktayım. Efes serisi biralar ve TR market
ürünleri diğer biralar bunların içinde yok. Sadece Gusta ve Tuborg Gold %100
Malt puanlandı. Amaç da içtiğimiz Pislner’leri ve Buğday biralarını daha iyi
yorumlayabilmek.
İlk seyahatim daha net söylemek
gerekirse Kuzey Almanya’ya olduğu için tadımda büyük ağırlığı Buğday biraları
aldı. Bu yüzden farklı tipler arasında yol almadan önce biraz bira tiplerine göz
atalım, biz hep neyi içiyoruz? Dünya’da neler var? kısa bir özet yapalım;
Öncelikle bizim Türkiye’de ‘bira’
diye tabir ettiğimiz ürünlerin çoğu LAGER tipi Pilsner biralar. Bu tip biralar
alttan fermante olurlar ve Bira’nın ilk keşfinden çok çok sonraları (1800’ler
civarı) keşfedilmişlerdir. İlk bira’nın milattan önce 6.000-10.000 sıralarında
yapıldığı ve içildiği çeşitli kaynaklarca iddia edildiğine göre Lager tipi
biraya geçişin ne kadar zaman aldığını görmek zor olmayacaktır. Lager
Almanca’da ‘stoklama’ anlamına gelir ve bu tip biraların en önemli özelliğini
tarifler. Düşük sıcaklıkta fermante olan bu biralar daha uzun süreler
saklanabilmektedir.
Pilsner, Lager tipi biraların bir
alt koludur ve tüm dünya’da en çok içilen bira türüdür. Nedeni ağırlıklı olarak
pazarlama stratejisi. Pilsner bira ilk açık renkli, görünümü göze hoş gelen ve
kolay içimli bira tipi olmuştur ve Çek Cumhuriyeti’nin Plzen şehrinde
keşfedildiği için bu adı almıştır. Daha önceleri topraktan yapılma (görünüş
olarak çok daha şık ve sofistike olan) bardaklarda içilen biralar saydam
bardaklarda göze hoş gelen rengi ile tüketilmeye başlandığında bu yönde büyük
bir talep ve tüketim oluşmuştur.
Sizleri daha fazla bira tarihi ve
detay bilgilerle sıkmanın anlamı yok, herhangi bir siteden buna benzer
bilgileri edinebilirsiniz. Son olarak şunu belirtmekte fayda var ki; Buğday
biraları LAGER tipi biralardır ve bu işi piri Almanlardır.
Schöfferhofer Heffeweizen: Almanya’da içtiğim ilk buğday birasıydı..
Bulanık sarı bir rengi tipik buğday birası kıvamında ama bizdeki Gusta’dan
biraz daha açık. Köpüğün o krememsı görünümü sizi de kendinizden geçiriyordur.
Buğday biraları görünümlerinden ötürü biraz hor görülen bir tarz. Pilsner’in
pazara hakimiyetinde çok kısa değindim yukarıda, görünüm önemli. Daha aromalı
bir bira olduğu için içimi biraz daha yoğun, damakta daha kalıcı ve Pilsner
gibi gaz oranı yüksek değil. Daha tatlı bir bira. İlk içtiğim buğday birası
olmasına rağmen beni vurucu şekilde etkilememişti ama beğenmiştim.
Aşağıdakileri içtikten sonra da fikrim değişmedi. Ortalamanın çok üstünde güzel
bir bira, ama Almanya’da iseniz, daha iyilerine layıksınız ve kolaylıkla da
Weihenstephan HeffeWiezen: En eski bira fabrikasından. ‘‘1040’dan
beri..’’ Başka söze gerek var mı? Evet çok şanslı bir insanım ve şans eseri
oturduğum Berlin’deki bir Kafe Weihenstephan biraları servis ediyordu ve o ana
kadar içtiğim en iyi Buğday biralarını tattım. O an not defterime düştüğü
yorumlar şu şekilde; Şimdiye kadar içtiğim en iyi buğday birası. Hefeweissbier.
Diğer tipleri hefeweissbier, dunkel, kristalleeissbier. Koku tipik buğday
birası, aromatik ve tatlımsı (meyveli), tadım bir o kadar dengeli ve yumuşak. Buğday
biraları aromatik yapılarından ötürü çok içmek sıkıntı olabiliyor ama
Weihenstephan’de böyle bir durum kesinlikle yok. 10 bardak iç ey yolcu, bana
mısın demez! Musluktan (Tap) içtiğimiz için de çok taze bir
biraydı. Zak Avery 500 Beers kitabında bu birayı şu şekilde yorumlamış;
Dünyanın en eski bira üreticisinden bu türde pek görülmeyen
şekilde portakallı şerbetçiotu içeren bir klasik, elma, muz ve karanfil tatları içerensolukpusluturuncu bira. Puan: 9/10
Maisel's Dunkel:
Dunkelwiezen,
yani koyu buğday birası. Bu biranın tadımını tam anlamı ile orman içinde
mükemmel bir atmosferde yaptım ve belki de bunun etkisi ile şu ana kadar
içtiğim en iyi buğday birası tahtını bir gün sonra Weihenstephan’dan aldı.
Rengi kahverengi – sarı arası. Tipik buğday birası bulanklığında. Resimde de
görebilirsiniz. Dunkel tipi olanlar bana biraz daha aromatik ve tatlı geldi.
İçim yine alışık olduğumuz Buğday içimi değil. Damaktan akıyor ve hiçbir
rahatsızlık bırakmıyor.Köpük hafif
kirli beyaz ve kabarcıklı. Aynı zamanda kalıcı. Taze bir bira. Bulduğunuz yerde
kapın derim. Rate beer puanı Weihenstephan’dan daha düşük olmasına rağmen ben
‘o anki atmosferin de etkisi ile sanırım’ bu birayı daha fazla beğendim. Puan: 10/10
Berliner Kindl Weisse: Berlin ile özdeşleşmiş özel bir bira. Yeşil
bira! Asitisesi biraz yüksek, köpük beyaz ve kabarcıklı. Yoğun bir aroma tadı
var ve damağınıza hücum ediyor. Alışık olduğumuz bira tadı değil. Biradan
yapılma kokteyl deseler inanırdım. 1-2 bardaktan fazla içimi zor gibi. Çok
dengeli de gelmiyor alışık olmadığım bir tat olduğu için. biraz fazla aromalı,
elma, limon vs gibi karışık bir tat var. Tercihim olmaz. PUAN: 2/10
Tabi buğday biraları bunlarla
sınırlı değil. Diğer biraların tadımı başka bir yazıya..
Akılda kalıcı espirili bir
bitiriş yaparak yukarıdaki sığ ve sınırlı yorumları unutturmak lazım. Bu konuda
bir efsaneden destek alalım; Bira nasıl içilir görelim....
Bu video ayrıca en büyük destekçim
olan, iflah olmaz Seinfeld hastası, sevgili eşim İRMİK’e gelsin.. Evet 'sabah
akşam bira içmemi destekleyen, bunun için yurtdışına gitmemi bile mantıklı
bulan' bir eşim var.. :)
Forza hala Samet Aybaba ile ilgili ne bir görsel kullandı, ne bir yazı yayınladı.
Sosyal mesajların Kralı, Gündemin 1 numaralı takipçisi ÇARŞI hala Futbol takımının Hocasına mesafeli.
Yıllarca YD'ye karşı durmayanlar şimdiden eski Kaptanları'na karşı.. Güçlü olmak için birlik olmak lazım. Biz bir değiliz ki... Yönetimden ne bekliyoruz ki? Hoca'dan ne bekliyoruz ki? Herkesin hesabı ayrı.
Herkesin Beşiktaş'ı sevdiğinden kuşkum yok, burada eleştirdiğim bu insanların gecesi gündüzü Beşiktaş, benden de daha çok seviyor ve sahipleniyorlar eminim.
Sorun şu ki; Beşiktaş kendini herkesten çok eleştiriyor, kendi içinde uzlaşamıyor çünkü bu alemin en aşkla seven insanları burada. Herkes Aşkı için çırpınmak istiyor ve kendi doğruları var..
Ama BEŞİKTAŞ artık herkesin kendi doğrusunu yapacağı bir yer değil. Yapılabilecek tek şey var. DESTEK, ne olursa olsun DESTEK. Düşene omuz verme zamanı, bizden olanı sahiplenme zamanı.
Yanlış mıyım? Belki.. ama şundan eminim bu duruş bize yakışmıyor. Kartallar gibi bir duramıyoruz bu ..t olmuş aleme karşı. Üzüntüm buna..
Evet, bundan yaklaşık 2 hafta
önce kendimize bir hedef koymuştuk. Sene sonuna kadar 50 farklı bira tadımı ve
bunların yorumlarının, resimlerinin yayınlanması. Geçen süre zarfında iyi
çalıştım. Türkiye pazarına hakim biraları portföye eklemeden 40 farklı çeşit
denemeye ulaşmış bulunmaktayım.
Bunların tanıtıma geçmeden önce ‘kendi
çapındaki yazı dizisiniz’ ile ilgli bazı kriter ve bilgileri de paylaşmak istiyorum;
Tadımdan anlamam, damağım iyi değildir. Bu
süreçte amaç gelişmek, bilgilenmek. Geyik. Yıllar sonra bu satırlayı okuyup
gülmek de ayrı bir hedeftir.
Hata yapmak serbest, birçok birayı ilk defa
denemiş olacağım, sadece kişisel duygu ve görüşler aktarılacak.
İçilen hemen hemen hiçbir bira uygun şartlar
altında test edilmemiş olacak. Çalışma alanlarım/şartlarım genellikle bir
restoran, karanlık bir bar, ağır bir yemek ile birlikte, loş ışıkta vs..
dediğim gibi amaç gelişmek, eğlenmek. Ne zor şartlar altında çalıştığımı görerek şimdiden
takdir ettiğinizi tahmin ediyorum..
Bilgilerle ilgili birçok kitaptan alıntılar
olacak, hepsini tek tek belirtemem ama topluca bir listeyi bir yazımda
paylaşabilirim.
Bu yorumları yaparken kaynağımın ne olduğunu,
bilgimin nereden geldiğini merak edenlere Cem Yılmaz ‘Bir Tat Bir Doku’da
gerekli cevabı vermişti. Sorgulamayın, zorlamayın. Kaynak:….
İçmeyi severim, en çok da içki
ortamlarındaki muhabbeti. Bunda Beşiktaş’lı olmam da bir sebep midir
bilemiyorum. Rakı, Viski, Votka, kokteyller, saçma sapan karışımlar derken
gerçekleştirdiğim Yurtdışı (Belçika) seyahatlerinden 70’lik özel bira şişeleri
ile dönmeye başladım. O biralardaki tadı ve farklılığı hissettikten sonra da
küçük çaplı bir hastalığa dönüştü Bira tutkusu. Eski tüm denemelerimi içtiğim
biralar bir kenara bırakarak bu işi araştırmaya ve sıfırdan her içtiğim birayı
not edip değerlendirmeye karar verdim. Bugünkü ilk yazımda ilk kıvılcımların
çaktığı ve henüz hiçbir şey bilmediğim zaman denediğim 3 biranın tanıtımını
yapacağım.
Leffe Tripel. Türkiye’ye giriş yapan Leffe’lerden değil. Özel
üretim bir bira. Aromayı hissediyorsunuz hemen, alkol orani 8.5 olmasına rağmen
içimi çok rahat, rahatsız edici bir alkol hissiyatı kesinlikle yok. Resimde de
görüldüğü üzere bulanık sarı bir tonu var ama buğday biraları gibi değil.
Harika yumuşak kremamsı bir beyaz köpüğü var. Kokusu ve tadı dengeli, ne çok
açık ne çok koyu.. Normal Leffe Blonde’a (Türkiye’ye de geldi) göre daha aromatik. İçindeki meyve ve tat aromalarını tabiki ayırdedemedim ama
içmekten büyük keyif aldım. PUAN: 8/10
Hoegaarden Grand Cru; Leffe tripele göre daha koyu ve yine hafif
bulanık. Turuncu ve sarı arası harika bir rengi var. Kokusu ve tat Leffe Tripel’e
yakın. Türkiye’deki hiçbir bira ile karşılaştırılamaz. Zaten isteseniz de kolay
kolay ALE tipi bira bulamazsınız buralarda. Değişik tatlar. Alkol oranı kırmızı
Tuborg’dan bile yüksek olmasına rağmen içimleri çok rahat. Sonradan bir
karışımla alkol oranının arttırılmadığını hissediyorsunuz. Ratebeer.com puanı
95. Fazla söz gerek yok sanırım. Yoğun kremamsı köpüğü, içiminin rahatlığı
tatlı ama rahatsız etmeyen yapısı ve kokusu. Tarif etmek için kelime
dağarcığımın gelişmesi gerektiğini anladığım ilk bira. PUAN: 10/10
ALE aslında bira ilk icat
edildiğinde üretimi yapılan bira tipi. Fermantasyonlarına göre biralar 2 ana
sınıfa ayrılıyorlar. ALE ve LAGER. Ale biralar üstten fermantasyonla üretilen
biralar.
Bu biraları tattığım yer Brüksel Granda Place'de Roy D'espagne. 1697’de inşa edilmiş bir yer. Adını zamanın İspanya Kralı'ndan
alıyor ve o zamanlar burası güney Hollanda’ya dahil bir Bölge imiş. 2.kattaki
(su an oturduğum yer) kısım İspanya kralı (Charles II) tarafından restore
edilmiş. Böyle bir bir ülkesinde ve mekanda kötü bira içme şansım o kadar az ki..
Son biramıza geçiyoruz bu günlük;
Barbar; Strong blond beer with honey! Yine hafif bulanık bir bira,
bizdekiler gibi su degil. Şişesi ve bardağı çok şık. Tıpalı şişeleri daha sıcak
ve havalı buluyorum. Kokusu biraz daha tatlı. İçimi de diğer iki biraya göre biraz
daha yumuşak, tatlı bir bira sonuçta. Garsonun belirttiği gibi
Belçika’nın en iyi birası olduğunu düşünmüyorum. Alkol orani %8. Tatlı bira içmek ama şekerimsi
bir aroma, mevye suyu kıvamında bir karışım istemeyenler için ideal. Biradan
uzak duranlar için iyi bir giriş olabilir. Rate beer puanı 87. Bu puanın
değerini bildiğiniz bir bira ile karşılaştırma olması için şöyle açıklayım;
Efes Pilsen’in puanı:7 Bunlar overall puanlar, kendi kategorileri içerisinde
değerlendirildiğinde durum daha da değişiyor. PUAN: 8/10
Bugün sınırlı sıfat tamlamaları
ve maksimum kelime tekrarları ile tanıtımını yaptığımız biraların ilki Abbey,
diğerleri Strong Ale kategorisindeydi. Yani bunları kolay kolay bulamazsınız.
Bir sonraki yazımda biraz bira tiplerini kısaca özetleyip piyasanın hakimi bu
pilsner’ler ne ayak bunun biraz değerlendireceğim.
Demirören gitmeden önce öne çıkan en önemli mesajlardan biriydi; 'Çocukluğumuzun Beşiktaş'ını istiyoruz!!'
Peki neydi özlemini duyduğumuz? Çok net; 8 yılda Yıldırım Demirören ne yaptıysa tersi.
Beşiktaş'ımızın yeni Başkanı Sayın Fikret Orman aday olduğunda, konuşmalarını dinlediğimde açıkçası biraz çekincelerim vardı.
Ama şu an görüyorum ki Fikret Orman yalnız, yönetimde farklı görüşler ve çatlaklar var.. Medyanın da şişirmesi ile şu ana kadar şunu yaptı bu yüzden de bu görevi en iyi o yapar diyemeyeceğimiz insanlar önce büyük yankılarla görev alıp sonra görevden kaçıyorlar. Herkes kendi başarısının peşinde, taşın altına Sayın Başkan'dan başka elini koyan yok. Ve tüm bunlara rağmen, ÇARŞI'ya rağmen, Yönetimdeki çatlak seslere rağmen Samet Aybaba gibi bir ismi takımın başına geçirmeye cesaret edebiliyor bu Başkan.
Blogları okuyorum ve içimden hem üzülüyor hem gülüyorum. Herkesin reçetesi hazır, özkaynaktan yetişen futbolcular, Arma'nın değerni bilen oyuncular, saldıran bir Beşiktaş vs. vs.. Bu yorumlar meşhur yorumcularımızın su yorumuna benziyor: ''Gol yemeden 1 gol atarsak maçı kazanırız.'' Arkadaşlar, ne olur uyanın artık! Futbol o sizin çocukluğunuzdaki Futbol değil. FM'de 2 ligten takım alıp şampiyonlar liginde final oynatabilirsiniz. Ama FM'de..
Herkes Uzman, herkes hem Yönetici, hem Teknik Direktör, Hem Muhasebeci. Artık susma zamanıdır! Destek Zamandır! İçimizden olmayanları Beşiktaş'ın çocuğu ilan etmeme, Eski Kaptanlarımıza sahip çıkma zamanıdır. Artık az bilme zamanıdır.
Tek doğru yoktur! ve şu an seçenekler içinde doğrular o kadar az ki Beşiktaş için. Tek yapılması gereken var. Cesaretli olmak!, Karar almak! Herkese rağmen, Herşeye rağmen. Herşeyden önce Taraftara rağmen! Bu kulüp bu hale taraftar yüzünden geldi!
Liderlik budur. Başarı herkesin bildiği reçeteleri uygulamakla gelmez, başarı risk almakla olur, Liderlik yaparak olur!
Bunlar henüz iyi günlerimiz. %100 taraftar desteği ile gelen Aykut Kocaman'ın yarım sezonda ne hallere düştüğünü alttaki resim açıklıyor. Başkanları herkese rağmen, taraftara rağmen arkasında durdu. Tek Adam Aziz Yıldırım bile kaç kez sallandı koltuğunda.
İlk hatada göndermeye çalışacaklar, (çalışacağız) Başkanımızı, bu yürekli adamı.
Yazık etmeyelim tek umudumuza. Zaten çok geçti. Daha da
zorlaştırmayalım.
Biz taraftarız, tek derdimiz ARMA. Destek olalım..
Sonuç olarak;
Hoş Geldin KAPTAN!. İster başarılı ol, ister olma. Sen Beşiktaş'ın kaptanısın, bu ağızdan sana ne küfür çıkar ne ıslık, çünkü bu yürek bilir ki o arma sahada kaybederse sen de benim kadar üzülürsün.